www.gonulbagimiz.tr.gg
  Peygamber Efendimiz
 

Ayrıntı için tıklayın



   Hz. Muhammed (s.a.v)

Resulullah (s.a.v), Fil yılı
Rabi’ul Evvel ayının on yedisinde (M.570’de) Cuma günü şafak vakti Mekke
şehrinde dünyaya geldi.(1) Resulullah (s.a.v)’in değerli babası, Abdullah bin
Abdulmuttalip bin Haşim bin Abdumenaf’dır. Değerli annesi ise Veheb bin
Abdumenaf’in kızı Amine’dir. Görüldüğü gibi her iki şahsiyetin akrabalık bağı
Abdumenaf’da birleşiyor.



Hz. Peygamber’in mübarek ismini İlahi emir gereği Muhammed, (2) künyesini ise
Ebu’l Kasım (3) koyuyorlar.



İmam Bakır (a.s) buyurmuşlardır ki, Hz. Peygamber doğumunun yedinci günü Hz. Ebu
Talib, Hazretin dünyaya teşrifinden dolayı bir kurban keser ve akrabalarını
misafirliğe davet ederek şöyle der: "Bu Ahmed’in akikasıdır.” Misafirler; “Onun
ismini neden Ahmed koydun?” diye sorduklarında, ise Ebu Talib; “Yer ve gök
ehlinin övgüsünden dolayı onun ismini Ahmed koydum.” der.(4) İşte bundan dolayı
Hz. Emir-ul Mü’minin Ali (a.s), Hz. Resulullah (s.a.v)’ın iki ismi bulunan
peygamberlerden olduğunu söylemiştir.(5)



Peygamber (s.a.v) henüz daha dünyaya gelmeden babasını kaybetti; (6) dünyaya
geldikten sonra da onu süt emmesi için Halime-i Sadiyye’ye emanet ettiler. İbn-i
Sad’ın yazdığına göre, Halime Hazreti kucağına alır almaz döşü sütle doldu; öyle
ki, Peygamber ve Halime’nin açlıktan uyumayan çocuğu da o sütten doydular.(7)



Peygamber (s.a.v) üç yaşına kadar annesi Amine’nin de gözetimiyle süt annesi
Halime’nin yanında kaldı, daha sonra Mekke şehrine getirilerek annesine teslim
edildi.



Peygamber (s.a.v) altı yaşında iken annesi Amine ve bakıcısı Ümmi Eymen’le
birlikte akrabalarını görmek için Medine’ye giderler. Bir ay Medine’de kaldıktan
sonra Mekke’ye dönüşte, Ebva denen yere (Cuhfe’den 37 km. uzak) ulaştıklarında
Hazretin değerli annesi vefat eder ve orada defnedilir. Ümmi Eymen Hz.
Peygamber’i Mekke’ye getirir ve ceddi Abdulmuttalib’e teslim eder. Böylece
Abdulmuttelib Hazretin sorumluluğunu üstlenmiş olur.(8) Ama iki yıl sonra
Abdulmuttalib de dünyadan göçer.(9) Onun vasiyeti gereğince de, Hz. Ebu Talib
kardeşi oğlu Hz. Muhammed (s.a.v)’ın sorumluğunu üstlenir.(10)



İbn-i Abbas’ın naklettiğine göre, Ebu Talib Hz. Peygamber ile öyle ilgileniyordu
ki, gece ve gündüz ondan bir an olsun ayrılmıyordu, onu kendi yanında yatırıyor
ve onun hakkında kimseye güvenmiyordu.(11)



Hz. Resulullah (s.a.v) on iki yaşında iken (12) Ebu Talib’le birlikte Şam’a
yolculuğa çıkarlar. Bu yolculukta Buheyra isminde bir rahiple karşılaşırlar.
Buheyra, Hıristiyan alimlerinin en bilginlerindendi. Hz. Peygamber’i görür
görmez, O’nun ahir-uz zaman Peygamberi olduğunu hemen anlar ve Ebu Talib’e dönüp
şöyle der: “Önceki semavi kitaplarda bu gencin peygamberliğiyle ilgili haber
vardır.(13)



Hz. Resulullah (s.a.v), erginlik çağına kadar Hz. Ebu Talib’in evinde kalılar ve
ahlak, yiğitlik, halkla geçinmek ve emanete riayet etmek bakımından öyle bir
yüce ahlak ve erdemlilik sergilerler ki halk ona “Emin” lakabını takarlar.(14)




Hz. Resulullah (s.a.v) yirmi yaşında iken “Hilf-ul Fodul” antlaşmasına
katılmıştır. Bu antlaşma, Beni Haşim, Beni Zühre ve Beni Temim arasında yapılan
insani değerleri önemseyen bir anlaşma idi. Bu antlaşma gereğince mazlumların
hakları zorbalardan alınacak ve gereken yardımlar onlardan esirgenmeyecekti.(15)




Hz. Hatice asaletli ve serveti olan bir kadındı. Hz. Hatice erkekler vasıtasıyla
ticaretle uğraşıyordu. Resulullah,ın doğru konuşan ve emin biri olduğunu
öğrenince, Hazrete, kölesi Meysere ile birlikte ticaret yapmak için Şam’a
gitmesini ve diğer tacirlerden daha fazla pay almasını önerdi. Hz. Resulullah
(s.a.v) Hatice’nin bu önerisini kabul ederek onun malı ile Şam’a doğru yola
çıktılar. O memlekette mallarını satıp işlerini bitirdikten sonra Mekke’ye
döndüler. Mekke’de de oradan getirdikleri malları satıp öncekilere oranla iki
kat veya daha fazla kar elde ettiler. Üstelik Meysere de yol boyunca
Resulullah’dan gördüğü hareket ve davranışları Hatice’ye anlattı.



Bunun üzerine, Hatice, birisi vasıtasıyla Resulullah’a şöyle bir mesaj gönderdi:
“Ey amca oğlu, aramızda akrabalık bağı olduğundan kavmin arasında yüce şeref ve
nesebe sahip bulunduğundan, güvenilir, iyi huylu ve doğru konuşan olduğundan
dolayı seninle evlenmeye gönüllüyüm.”



Hatice’nin bu evlenme teklifi öyle bir zamanda oldu ki, Hatice o zamanlar nesep
açısından en köklü, şeref ve mal bakımından da bütün kadınların en üstünü idi;
herkes onunla evlenmek istiyordu, ama o hiç kimseyi kabul etmiyordu.(16)



Resulullah (s.a.v) Hz. Hatice’nin bu evlenme teklifini kabul ederek amcalarını
onu istemeye gönderir ve böylece bu mübarek vuslat gerçekleşmiş olur .(17)



Resulullah (s.a.v) evlendiği zaman yirmi beş yaşında idiler. (18) İbn-i Abbas ve
bir grup diğer bilginlerin sözüne göre, Hz. Hatice de yirmi sekiz yaşında
idi.(19)



Hz. Peygamber (s.a.v)’in Hz. Hatice ile evlenmesinden ikisi erkek, dördü kız
olmak üzere toplam altı çocuğu olmuştur. Erkeklerin isimleri: Kasım ve Tahir;
kızların isimleri ise Ümmi Gülüsüm, Rukayye, Zeynep ve Fatıma’dır.(20)



Hatice-i Kübra (a.s) Resulullah (s.a.v) ile ortak yaşantısında çok fedakarlıklar
yapmıştır. O, bütün mal ve servetini aziz eşinin ihtiyarına bırakmış ve bütün
kadınlardan önce Hz. Resulullah’a iman etmiştir. Resulullah (s.a.v) onun
hakkında şöyle buyurmuştur:



“O, insanlar kafir olduğunda bana iman etti, halk beni tekzip ettiğinde o beni
tasdik etti, halk beni mahrum bıraktığında o kendi malıyla bana yardımda
bulundu.”(21)



Hz. Resulullah’ın yaşantısının en hassas dönemi, 40 yaşına girdiği dönemdir.
Zira Hazret bu yaşta Receb’in 27. günü (M. 610) peygamberliğe seçilmiştir.(22) O
zamandan itibaren üç yıl boyunca halkı gizlice İslam’a davet etmiştir. (23) Hz.
Resulullah’a ilk iman eden Emir-ul Mü’minin Hz. Ali olmuştur. (24) Ondan sonra
da Hz. Hatice iman etmiştir.



Bi’setin üçüncü yılında Resulullah (s.a.v), halkı açıkça İslam’a davet etmeye
mamur kılındı. Bu emir gereği önce kendi yakınlarını misafirliğe davet edip
onlara şöyle buyurdu:



“Allah Teala beni, sizi O’na davet etmeye emretmiştir. İçinizden kim beni tasdik
edip, bu işte bana yardımcı olursa, sizin aranızdaki kardeşim, vasim ve halifem
olacaktır.” (25)



Teberi’nin yazdığına göre, bu toplantıda Hz. Ali, Peygamber’e yardımcı olacağını
ilan eden tek şahıs oldu. Peygamber (s.a.v) de oradakilere şöyle buyurdu:



“Bilin ki, bu şahıs, benim sizin aranızdaki kardeşim, vasim ve halifemdir; onun
sözlerini dinleyin ve emirlerine itaat edin.” (26)



Resulullah (s.a.v) akrabalarını İslam’a davet ettikten sonra, halkın da
putlarını bırakıp sadece Allah’a ibadet etmelerini istedi. Bu söz onlara çok
ağır geldi; az bir grup hariç, hepsi Hazretle düşman olmaya başladılar. O kritik
anda, Mekke’nin büyüğü ve Peygamber’in amcası olan Hz. Ebu Talib, kardeşi
oğlunun yardımına koştu ve onu yalnız bırakmayacağına dair yemin etti.(27)
Gerçekten öyle de yaptı. Hz. Ebu Talib, hayatta olduğu müddetçe Kureyş, Hz.
Peygamber’i fazla incitemedi.



Kureyş büyükleri, Hz. Ebu Talib’in varlığıyla Hz. Peygamber’i tam baskı altına
alamadıklarını görünce, yeni Müslüman olanları eziyet ve işkence etmeye
başladılar. Peygamber (s.a.v), Müslümanların Kureyş’in zulüm ve eziyetinden
kurtulmaları için onlara Habeşi’ye hicret etmeleri için izin verdi.



Bi’setin altıncı yılında, Mekke müşrikleri, Peygamber (s.a.v)’i öldürme kararı
aldılar. Bu yüzden Hz. Muhammed (s.a.v)’i kendilerine teslim etmedikçe, Beni
Haşim’le muamele yapmayacak ve onlardan evlenmeyeceklerine dair kendi aralarında
bir antlaşma imzaladılar. Bu antlaşmayı bir deri sayfaya yazıp Ka’be’nin
duvarına astılar. Beni Haşim de canlarını korumak için Peygamber (s.a.v) ile
“Şi’b-i Ebu Talib” deresine sığındılar; üç yıl boyunca orada kaldılar. Üç yıl
sonra Allah Teala Peygamberine, antlaşmayı “Allah” lafzı hariç, karıncaların
yediğini haber verdi. Hz. Ebu Talib bu haberi Kureyşlilere iletti ve onlara;
“Eğer Muhammed’in söyledikleri doğru çıkarsa ne yaparsınız?” diye sordu. Onlar
da: “Artık el çekeriz” dediler. Kureyşliler Ka’be’ye gidip oraya astıkları
antlaşmanın “Allah” lafzı hariç karıncalar tarafından yenildiğini görünce, kendi
antlaşmalarından vazgeçtiler. Bi’setin onuncu yılında vuku bulan bu olay
neticesinde Mekke halkından bir çok kimseler İslamiyet’i kabul ettiler. Böylece
Beni Haşim Şi’bi Ebu Talib’den dışarı çıkabildi.(28)



Peygamber (s.a.v) bi’setin onuncu yılında iki büyük yardımcısı olan Hz. Ebu
Talib ve Hz. Hatice’yi kaybetti, (29) bu iki büyük şahsiyetin ölümü Hazrete çok
ağır geldi, bundan dolayı o yılın ismini “Hüzün Yılı” koydu.(30)



İmam Zeyn’ul- Abidin (a.s) şöyle buyurmuştur:



“Resulullah (s.a.v), Ebu Talib ve Hatice’yi kaybettiğinde artık Mekke’de kalması
güçleşmişti... Allah Teala bundan dolayı Hz. Peygamberin, Mekke’de yardımcısı
olmadığından orayı terk edip Medine’ye doğru hareket etmesini emretti”(31)



Hz. Ebu Talib dünyadan göçtükten sonra Kureyşin peygambere eziyeti gittikçe
fazlalaştı, Hazrete defalarca ihanet edip O’nun canına kıymak istediler. (32)



Mekke müşrikleri, bi’setin on üçüncü yılı “Dar’un Nedve” denilen bir yerde
toplanıp Hz. Peygamberi öldürme kararı aldılar. Bu karara göre çeşitli
kabilelerden oluşan gençler hep birlikte Hazrete saldıracak ve kimin tarafından
öldürüldüğü bilinmeyecekti. (33)



Hz. Peygamber (s.a.v), İlahi vahiyle bu komplodan haberdar oldu ve geceleyin
Mekke’den ayrılarak Medine’ye doğru yola çıktı. Emir’ul- Mü’minin Hz. Ali de
Peygamber (s.a.v)’in canını korumak için O’nun yatağında yattı. (34)



Peygamber (s.a.v), Rabi-ul Evvel ayının ilk günü Mekke’den ayrıldı ve aynı ayın
on ikinci günü Medine’nin yakınlarında olan “Kuba” denilen yere vardı ve orada
yaklaşık on gün Hz. Ali’yi bekledi. (35)



Bu müddet içerişinde de Kuba camisini yaptırdı. Daha sonra Hz. Ali’nin
gelmesiyle Medine’ye teşrif buyurdular .



Hz. Peygamber’in hicreti ardından Mekke Müslümanları da yavaş-yavaş Medine’ye
hicret etmeye başladılar. Peygamber (s.a.v), Muhacir ve Ensar (Medine halkı)
arasındaki samimiyet bağını güçlendirmek için onların aralarında kardeşlik bağı
oluşturdu.



Peygamber (s.a.v), bu teşebbüsü ile Medine’de İslami bir toplum oluşturmuş ve
Muhacirlere yardım için de uygun bir zemin hazırlamıştı.



Bu küçük İslam toplumunun kuruluşundan daha on dokuz ay geçmemişken
Müslümanlarla Mekke müşrikleri arasında savaş ateşi tutuştu. İlk önemli savaş
Bedir savaşı idi, onun peşi sıra Uhud, Handek, Hayber,Tebuk vb....savaşlar da
vuku buldu.



Peygamber (s.a.v)’in savaşları iki çeşittir; birincisi, kendisinin katıldığı
savaşlardır, bu savaşlara “Gazve” denilir. Diğeri ise kendisinin katılmadığı
savaşlardır, bu savaşlara da “Seriyye” deniliyor. Gazvelerin sayısının 28,
seriyyelerin sayısının ise 38 tane olduğunu söylemişlerdir. (36) Bunca savaş,
dokuz yıldan az bir zamanda vuku bulmuştur.



Bu gazve ve seriyyeler, Müslümanların Hicaz topraklarında azamet ve güçlerinin
aşikar olmasına ve bir çok Arap kabilelerinin Hz. Peygamberle barış antlaşmaları
imzalamalarına sebep oldu.



Bu antlaşmaların en önemlisi, Hudeybiye antlaşması idi. Hz. Peygamber bu
antlaşmayı, hicretin altıncı yılında Mekke müşrikleriyle yaptı. Bu antlaşma,
Hicaz toprağında nispi bir emniyet ve huzurun oluşmasına yol açtı ve diğer
topraklarda da İslam’ın yayılmasına ortam hazırladı.



Peygamber (s.a.v), hicretin yedinci yılında İslam’ın geniş bir şekilde
yayılmasını sağlamak için bir çok mektuplar yazmış ve bu mektupları İran, Rum,
Habeş, Mısır, Yemame, Bahreyn vb. ülkelerin kıralı ve padişahlarına göndererek
kendi mesajını onlara iletmiştir. (37) Hazret bu mektuplarda onları İslam’a
davet ediyordu. Bu vesileyle Hz. Peygamber’in cihanı risaleti dünyanın her
tarafına bildirilmiş ve böylece İslam’ın mesajı uzak memleketlere de ulaşma
imkanını bulmuştur.



Hicretin sekizinci yılının Ramazan ayında Mekke şehri Peygamber tarafından
fethedildi. (38) Resulullah (s.a.v) ordusuyla birlikte savaşmaksızın Mekke
şehrine girdi, ilk teşebbüsünde Mekke halkının hepsini affetti ve Kabe’de
bulunan üç yüz altmış putu oradan temizledi (39) ve sonra minbere çıkıp şöyle
buyurdu:



“Ey insanlar! Allah Teala cahiliyye tekebbürünü ve atalarla övünmeyi sizin
aranızdan temizledi. Bilin ki siz Adem’densiniz, Adem de balçıktandır. Bilin ki,
Allah’ın en iyi kulları O’ndan korkan ve günah işlemeyendir.” (40)



Resulullah (s.a.v), Mekke’de kısa bir müddet kaldıktan sonra Medine’ye doğru
hareket etti. Bir kaç aydan sonra, Rum ordusunun İslam ülkelerine saldırıp o
topraklarda ilerlemeyi amaçladıklarını öğrendi. Hazret bu haberi öğrenir
öğrenmez İslam ordusunun, Rum ordusuna karşı koymak için Şam sınırlarına doğru
hareket etmelerini emretti, kendisi de ordunun komutanlığını üzerine aldı. Uzun
bir mesafeyi kat ettikten sonra, Hicretin dokuzuncu yılının Şaban ayında Şam
sınırında bulunan Tebuk topraklarına ulaştılar. Ama Rumlulardan hiçbir eser
yoktu. Çünkü Rum ordusu, Hz. Peygamber’in komutanlığındaki İslam’ın güçlü
ordusunun hareketinden haberdar olmuş ve Müslümanlar karşısında yenilgiye
uğramak korkusundan aldıkları kararlarından vazgeçmişlerdi.



Resulullah (s.a.v) düşman tehlikesinin olmadığını görünce, ordunun Medine’ye
dönmesini emretti. “Tebuk” ismiyle meşhur olan bu gazve, Hz. Peygamber’in en son
gazvesi sayılmaktadır.



Hz. Peygamber (s.a.v)’in Hicaz topraklarındaki en fazla muvaffakiyet elde ettiği
yıl, hicretin dokuzuncu yılıdır. Çünkü o yılın hac merasiminde müşriklerden
beraat ilan edildi. (41) Bu önemli mesele, Kurban Bayramında Emir’ul- Mü’minin
Hz. Ali (a.s) vasıtasıyla düşmanlara duyuruldu ve onlara, İslam’a karşı
tavırlarını belirlemeleri için dört ay mühlet verildi. Bu beraatın ilanı
neticesinde çeşitli kabilelerin elçileri Medine’ye doğru akın etmeye başladılar.
Hepsi Hz. Peygamber’in huzuruna gelip İslam’ı kabul ettiklerini veya İslam’ın
sığınağında yaşamaları için cizye ödemeye hazır olduklarını ilan ettiler.



O yıl çok fazla elçinin Medine’ye akın etmesinden dolayı o yıla “Amm’ul- Vefud”
(elçiler yılı) ismini vermişlerdir. Böylece puta tapma adet ve geleneği Hicaz
toprağından silinmiş ve yerine tevhit dini yerleşmiştir.



Resulullah (s.a.v), hicretin onuncu yılında hac amellerini yapmak için Mekke’ye
yolculuk yapmaya hazırlandı. Müslümanlar da bu haberi duyunca, hac amellerini
doğru bir şekilde kamil olarak öğrenmek için yolculuğa hazırlandılar. Resulullah
(s.a.v) Zilkade ayının sonuna dört gün kala Medine’den ayrıldı, Zilhacce’nin
dördüncü günü ise Mekke’ye vardı. (42) Hac amellerini yaptıktan sonra
Müslümanlarla birlikte o şehirden ayrıldı ve Medine’ye doğru yola koyuldu. Yüz
yirmi bin civarında olan hac kervanı “Cuhfe” denilen yere yetiştiğinde, Hz.
Peygamber tarafından kervanın durdurulması emredildi. Hazret namazını kıldıktan
sonra Gadir-i Hum kenarında bir hutbe okudu sonra Hz. Ali’nin elinden tutarak
yüksek bir sesle şöyle buyurdu:



“Ben kimin mevlası (efendisi) isem Ali de onun mevlasıdır. Allahım, ona yardım
edene sen de yardım et, onu yalnız bırakını sen de yalnız koy...” (43)



Bu vakıa, Zilhacce’nin on sekizinci günü vuku buldu. Hz. Peygamber’in halife
tayin etme işi bir kaç defa çeşitli yerlerde tekrarlanmıştır.



Hz. Peygamber (s.a.v) Haccet’ul- Veda yolculuğundan sonra, ömrünün son günlerini
yaşıyordu, nihayet hicretin on birinci yılı Sefer ayının yirmi sekizinde fani
dünyadan ayrılıp ebedi yurda göç etti. (44)



Peygamber (s.a.v)’in Hatice’den altı çocuğu vardı, onların isimlerini daha önce
zikrettik. Mariye’den de İbrahim isminde bir oğlu vardı. Hazretin, Fatıma (a.s)
hariç bütün evlatları kendi hayatı döneminde vefat ettiler. (45) Hz.
Peygamber’in nesli, Hz. Fatıma’dan devam etti.


 

 
   
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol